TARİHİN ŞAHİTLİĞİNDEN GÜNÜMÜZE BİZ
Günümüz Müslümanlarının özelde de Türkiye li Müslümanların şu an için içine düştükleri söylemin yozlaşması ve kayması problemi hayatsal bir unsurdur.Sorunun hayatsallık kaynağı kimlikle alakalıdır.Yoz ve üzerimizde iyi durmayan bir kimliğe sahip Müslümanların söylemde ve pratikte tutarlı ,ilkeli ve kulluğa yakışır bir sonuç elde etmeleri beklenemez.Kendi gücüne olan güvensizlik , inandığı dinin yaşadığı toplumun ve genelde tüm dünyanın sorunların çözüm kaynağı olduğunun farkında olmaması ve yüz yıllardır süren zihinsel esaretin sonucu hayranla baktığı batı medeniyetine eklentiliği evrensel ve çağlar üstü davanın kurtuluş-diriliş hareketine dönüşmesini engellemiştir . İslami kimliğin yeniden inşası modernizm ve sonrasında bazı alanlarda sürecini olumlu yönde devam ettirmiş ama özellikle küreselleşme ve modernizm Müslüman yığınların bu çağrıya kulak kabartmalarını önlemiştir.Son çeyrek asra baktığımızda İran devrimi ile birlikte devrimci bir çizgi ile kendini evrensel değerlere sahip bir yapı olarak gören , dinin son asırda hem kendi içinden hem de sömürgeci ve emperyalistler ve yerli uzantıları ile içine sokulduğu hurafe , bidat ve sapmalardan tevhidi bir bilince sahip , günümüz Müslümanlarının sosyal,siyasi,ekonomik ,maddi-manevi tüm sorunlarının çözümünde tek yolun Allah (c.c) hakkıyla kul olmaktan ve bunu yaşamın her alanında göstermekten geçtiğini düşünen Müslüman bir kitlenin dünyanın bir çok yerinde yeşerdiğini ve var olma mücadelesi verdiğini görürüz. Tarihin şahitliğini: Özellikle Müslümanları etkileyen İran,Mısır,Pakistan,Cezayir gibi birkaç örneğe baktığımız zaman İslami hareket dediğimiz Müslümanların İran da uzun yıllar süren zor bir mücadele sonucu ABD nın Ortadoğu daki en büyük uşağı Şahı devrimle alaşağı ederek iktidara geldiklerini görürüz..1979 devrimine kadar gelen süreçte İran,ülkenin Şaha karşı tek muhalifi olduğunu kanıtlamıştır.Kültürel alanda baskın olan, halka ulaşan ve desteğini alan hareketin Humeyni gibi bir liderin önderliğinde devrimle sonuçlanan mücadelesi tüm Müslümanlara ümit olmuştur.İran örneği yerel şartların bir hareketin metodunun belirlenmesinde önemli olduğunu göstermiştir.Aynı şekilde devrime giden yolda kendi aydın-alimlerini yetiştirmesi gerektiğini ve liderin önemli bir unsur olduğunu göstermiştir. Mısır da başta Müslüman Kardeşler olmak üzere cihadı benimseyen ve rejimle bağlarını koparmış birçok cemaatin halen mücadele verdiklerini ama onca tecrübe ve olanağa rağmen rejimin Mısırlı Müslümanlar karşısında daha güçlü bir şekilde varlığını devam ettirdiğini görmekteyiz.Tabi Mısır pratiğinin en güçlü örgütü olan Müslüman Kardeşler cemaatinin Hasan el Benna dan günümüze kadar geçirdiği evreleri de gözden kaçırmamak lazım.Günümüzde halen daha Mısır meçlisine girmek için çaba harcayan ,ekonomik örgütlenmelerle ekonomik hayatta var olmaya çalışan, irşat ve tebliğ çalışmalarına ağırlık veren zaman zaman rejimin kendilerini tehdit olarak görmesi dışında pratikte ve söylemde rejimle çokça zıtlaşmayan ve toplumu manipule etmek için Mısır hükümetlerinin oluşturdukları komisyon ve toplantılara Ezher le birlikte katılan Müslüman Kardeşler Mısır sosyal ,ekonomik ve siyasal yaşamında var olan ama bir türlü etkin olamayan bir yapı izlenimini sürdürmektedir.Bu örneklik yapılan şu hatayı görmemizi sağlamıştır.Eğer bir yapı kedini irşat ,tebliğ gibi bir amaçla sınırlar sosyal bir hayır kurumu olarak varlığını sürdürürse İslami bir hareket olmak şöyle dursun muhalif bir hareket bile olamaz.Kendi kabuğunda her hangi bir açılım yapamadan varlığını sürdürür. Mısırda Seyyid Kutup tan etkilenerek cihat anlayışını benimseyen ve toplumdan uzak bir yaşamı tercih eden yapılar hem kitlesel olarak ilerleyememiş hem de eylemsel tepkilerinin açmazlığı karşısında zamanla cihat anlayışları bırakmak ve siyasi bir parti durumuna doğru ilerleme yoluna gitmişlerdir.Mısır toplumuna hakim olan selefi anlayışı Mısır İslami hareketlerinin önündeki en önemli engel olarak görünmektedir.Hem rejim hem de Müslümanlar tarafından rahatlıkla kullanılabilecek bir dini anlayışın hakim olduğu bu topraklarda öncelikle tevhidi ve evrensel bir İslami hareket çizgisine varmak gerekir.Çünkü bu anlayıştır ki İran devrimine bile sırf Şii olduklarından dolayı soğuk bakmış ve onun kültürel ve hareketsel tecrübelerinden yararlanma yoluna gidilmemiştir.Halk tabanından yoksun silahlı mücadelelerin sonuç vermediğini de görmek gerekir.Sol kesimde olduğu gibi ihtilalci ve cuntacı bir yöntemde tutmamıştır.Bunun örneğini Sudan da yaşamaktayız. Pakistan ve Cezayir kendi içlerinden çıkardıkları İslami yapıları ile rejim karşısında mücadele vermişler ancak bildiğimiz gibi Cezayir de FİS secim ile iktidara geldiği halde özellikle Fransa ve emperyalistlerinde kışkırtması ve desteği ile bir iç savaş içine sokulmuştur.Cezayir örneği bizlere egemen güçlerin özelliklede o ülke eğer dünya emperyalistler için hayatı unsurları içinde barındırıyorsa secim gibi çok sivil bir yöntemle değişmesine izin vermeyeceklerini göstermiştir.Cezayir gibi eski Fransız sömürüsü olan ve bağımsızlığı için milyonlarca şehit veren ,Kuzey Afrika da önemli bir jeopolitik konuma sahip bir ülkeden emperyalistlerin vazgeçebileceğini düşünmek saflık olur.Partisel mücadelenin tek başına yetmediği ve egemenleri saf dışı etmenin oy sandıkları ile mümkün olamayacağını görmek gerekir. Benzer şeyleri Pakistan içinde söylemek gerekir.Hindistan dan sırf Müslümanların kendi devletleri kurup kendileri yönetmek gibi bir düşünce ile ayrılarak kurulan Pakistan ,Müslümanların var olduğu ama bir türlü iktidar olamadıkları İslam ülkeleri arasında yer alıyorum.Mevdudi gibi bir alim ve aktivisti bünyesinden çıkartan bu ülkedeki Müslümanlar Pakistan genelinde İslami bir muhalefet geleneğini yayamamış ve yıllara rağmen özellikle son Muşerref darbesi ile gerileme yoluna gitmiştir.Ancak Afganistan Savaşı ve özellikle 11 Eylül sonrasında ABD karşıtlığı söylemini dillendiren İslami yapılar bunu rejimle birlikte aynı potada erittikleri sürece eskiye göre daha başarılı olabileceklerini söyleyebiliriz.Aslında Pakistan örneği de olayın değişik bir yönünü yanı liderin mücadelede tek başına yeterli olmadığı olgusunu vurgular. Tabi ki Lüblan da özellikle Güney Lüblan ın İsrail işgali karşısında mücadele veren Fadallah liderliğindeki Lüblan Hizbullahı Şii ağırlıklı bir örgüt ve bir işgale karşı oluşmuş ,özellikle Fadallah gibi bir çağdaş alimin önderliğinde güzel açılımlar yapmıştır.Lüblan da tv,radyo ,eğitim,sağlık ve de mecliste milletvekilleri ile geniş bir çalışma alanı içerisinde bulunan yapı özellikle Süriye ve İran ın desteğini yanında görmektedir.Ancak dış güçlerin desteğindeki hareketlerin belli bir noktada kendilerine özgü acılımlar sergilemeleri zorlaşmaktadır.Birde o ülkelerin kendileri üzerindeki hesapları vardır.Tüm bunlar dikkate alınması gereken önemli mevzulardır.Dış güçlere karşı yapılan mücadelede saflara Müslümanların saflarına katılanların fazlalığı yada alınan başarılar o toprakların Allah ın Hükmünün hakım olduğu yerler olmasına yetmemektedir.Ne yazık ki mezhebi farklılıklar başarılı olan bir hareketin örnek alınmasında engel teşkil etmektedir.Fadallah ın eserleri hemen Şii damgası vurularak okunmaktadır. Türkiye de Müslümanlar :
Özellikle cumhuriyetin ilanı ve sosyal hayattaki devrimlerle birlikte rejimin kendilerini saf dışı bıraktığı Türkiyeli Müslümanlar büyük bir hayal kırıklığı ve devrimler karşısında bir şaşkınlık ve bakılar ve İstiklal Mahkemeleri ile bir sinmişlikle 1950 lere kadar kamusal alanda yoktular.Ama bu hiçbir faaliyet içinde olmadıkları manasına gelmiyor.Bildiğimiz gibi Said Nursi ve Süleyman Hilmi Tunahan gibi birkaç kişi etrafında ve onların gayretleri ile azda olsa İslami faaliyetler ve tebliğler yapılmaktaydı.Ancak bildiğimiz gibi Said Nursi risaleleri ile genelde materyalist ,ataist bir anlayışa karşı iman üzerinde durmuş, Süleyman Hilmi Tunahan ise yasaklanan Kur’an Kerim in öğrenilmesi üzerinde faaliyet sürdürmüştür. Bunlar gibi daha yerel olarak değişik medrese ve tarikat eksenli çalışmalarında bu zaman zarfında devam ettiğini söyleyebiliriz.Tüm bu çalışmaların belki de ortak özelliği rejime karşı direk bir karşı çıkışın dillendirilmediği ve oldukça yerel bir islami algıyı yansıttığıdır.Tabi ki Şeyh Said gibi İslami hassasiyet ve iyi niyetlerle yapılan bir direnişi saymazsak.Ama iyi niyetin tek başına her zaman başarıyı getirmediğini yine bu örnekte görmekteyiz.Yine görmekteyiz ki toplumun tümüne dönük siyasi,ekonomik,sosyal bir diriliş projesi olmadan dinin bir iki hükmünü yerine getirmek yada ikame etmeye çalışmak yeterli ve başarılı olamamıştır. 1950 den 1980 lere kadar gelen süreç içerisinde çokça dillendirilen ABD ve Batı ülkeleri tarafından kurulan ve desteklenen yeşil kuşak projesi bağlamında Türkiye de ve dünya nın değişik ülkelerinde Müslüman kitlelerin nicelik ve nitelik olarak bir ilerleme sergilediklerini söyleyebiliriz.Ancak bu ilerleyişi yeşil kuşak gibi sırf dış unsurlara bağlamak İslamin kendi dinamiklerine ve kuranın evrensel bir kurtuluş reçetesi olduğuna olan inancımızın dışında bir yere oturur ki buda yanlış bir düşüncedir.Kaldı ki Türkiye de tek parti diktası zamanında bile bazı İslami şahsiyetlerin az da olsa faaliyetleri devam etmekte ve insanlar dini inançlarını ve şeriata bağlılıkları kalbi boyutta devam ettirmektedirler.Müslümanlar üzerindeki baskıların göreceli olarak biraz hafifletilmesi ile sinmiş olan yapılar hareket serbestisi kazanmıştır.Tabi İslam dünyasında bu yeşil kuşak vb. dış etkilerden yıllar önce Afgani,Abduh ıslah ve diriliş meşalesinin yakıldığını ve gelişerek büyüdüğünü söylemek gerekir.Bu dönemde Hizbutahrir Türkiye de ilk sistem karşıtı İslami muhalefeti açıkça yaymaya başladığını söyleyebiliriz.Genelde Türkiye dışındaki belli bir İslami söylemi bu topraklarda yaymak isteyen bu Müslümanlar Türkiye nın kendine özgü şartları dolayısı ile fazla bir başarı elde edememişlerdir. Erbakan ile başlayan Milli Görüşün partisel mücadelesi içerisinde sistemin dışlanması ve uzlaşmanın reddi şeklinde bir düşünce belirmeye başlamış ve İran devrimi ile birlikte devrimci bir söyleme sahip grupları kendi bünyesinden çıkarmıştır.Tabi bu dönemde kaynak kitapların okunması ,Müslüman Kardeşler gibi yapılarla temaslar,tercümeler,selefi etkiler,Afgan Cihadı vb. aktivasyonlarla tevhidi bir bilincin ilk adımları atılmaya başlanmıştır. Yakın Dönem: Özellikle Özal ile başlayan liberal ekonomi ve özgürlükçü hava Müslümanların kamusal alana çıkmalarına neden olmaya başlamıştır.12 Eylül den sonra kapatılan öğrenci dernekleri değişik illerde ve bölgelerde benzer yapılanmalara giderek bu günkü radikal denilen cemaatların tohumlarını atmışlardır.Bu cemaatlere baktığımızda ortak yönlerinin rejim karşısında bir duruşun,genel hatları ile tevhidi ,İran devrimi ile birlikte devrimci bir karakter olduğunu görürüz. Ancak Türkiye de hemen hemen tüm yapılar belli bir bölge, iş, okul yada ortak mazı birliktelikleri ile oluşmuşlardır.Sonradan içleri doldurulmaya ve farklı bazı argümanları farklılık adına çıkartılmaya başlanmıştır.Ancak genel karekteristlik olarak ortak bir çizgide aynileşmişlerdir.Ancak çok nadir de olsa ilkeleri önceden belirlenmiş yapıların varlığında da söz etmek gerekir.Kuran ve hadise bakışlarında yada temel tarih ve din anlayışlarında geleceğe dönük toplumsal dönüşümdeki tezlerinde benzerlikler gözlenir.Bunda ortak kaynaklardan beslenmenin önemli bir yeri vardır.Seyid Kutup,Mevdudi,Afgani,Benna ve Ali Şeriati gibi İslam dünyasına yön vermiş şahsiyetlerin kitaplarının tercümeleri ve Ortadoğu ülkelerine okumak yada tanımak için gidenlerle bunların Türkiye deki yansımaların her yapıda benzer izler bırakmıştır. Özal ile başlayan liberalleşme ve Müslümanların tüm kamusal alanlara sorgulamadan çekilmeleri ile yeni bir döneminde başladığını söyleyebiliriz.Bu dönem zarfında özellikle bazı Müslümanlarda cemaat taassubu,kamusal alana çekilmeye tepki olarak sosyal hayattan uzaklaşma ve gettolar oluşturma ,sloganik ifadelerin etrafında zafer dansları yapma,dünya Müslümanlarının dertlerine ortak olma adına Türkiye insanının dertlerinden habersiz yada kayıtsız kalma, ya tek Kuranı alan sünnetten uzak duran,yada selefi bir anlayışla sünneti sorgusuz kabul ,yanlış tarih ve toplum tahlilleri ile yanlış hareket maslahatları, sosyal hayattaki sorgusuz değişim,ilkeli ve uzun soluklu bir İslami eğitim metodolojisinin oluşturulamaması gibi nice açmazla Müslümanlar içerisinde 28 Şubata kadar gelinmiştir. Yapılanlar içerisinde hiç mi olumlu şeyler yoktu.Tabi ki vardı.Müslümanlar artık daha organizeydi,kaynaklara yönelme gibi sığ da olsa kaygılar vardı.Dergi ve kitap çıkartarak kültürel alanda var olmaya ,seslerini duyurmaya çalışıyorlardı.Adı ve ilkesi konulmasa da belli başlı kurumlara sahiptiler.En önemlisi öz güven vardı. Öncüler: Her şey tekten başladı.Adem tekti.Sonra yanında Havva var oldu.Her peygamber vahyi aldığında tekti.Tebliğ etti .Munip kalpler tebliğe icabet ettiler.Peygamberlerin havarileri ,Allah (c.c) nın yer yüzündeki halifeleri oldular.Bazıları hep tek kaldı.Kimse inanmadı.Tek olmak mağlup olmak mıydı ? Peygamber öncülüğündeki toplumlara baktığımızda öncelikle belli bir ön kabule sahip oldukları görürüz.Bu ana ilkesi La ilahe İllalah ile ifadelendirilen Allahın te ilah olduğudur.Peygamberin öncülüğünde başlayan mücadele ilk önce kalplere ve düşünceye hitap ediyordu.Var olan yanlış düşünceler yok edilmeli yada ıslah edilmeliydi.En yakınından başlayan ve açık olarak devam eden tebliğ döneminden sonra yeni bir medeniyet oluşturmak ve tedrici olarak inen Kuran ayetlerinin sosyal hayata dönük yönlerini uygulamak gerekiyordu.Dinin yalnızca kalbi boyutunun olmadığını ,sosyal hayata kayıtsız olamayacağını gösteren bu ayetler ışığında temel referansımız olan Asrı Saadet örnekliği oluşturulmuştur. Günümüze kadarki gelişmeler göstermiştir ki kaynakların doğru okunması aslı sorundur.Bu sorunun devamı olan kaynaklardan doğru anlamların çıkarılması kulun ve cemaatin pratiğini ve maslahatın etkileyen bir olgudur.Doğru bir kavrayışa sahip Müslümanların sağlıklı ve ilkeli bir birliktelik oluşturması sorunun devamını teşkil etmektedir Bunun gibi harekette lider olgusu çok önemlidir.Hareketin başında olan ibadette ,düşüncede ve eylemde örneklik teşkil eden bir liderin başarıdaki en önemli merhale taşı olduğunu söylemek gerekir.Bu sorun günümüzde aşılması gereken bir soru işaretidir.Lider kadar davanın önde gidenlerinin de lider kadar basiret sahibi,takvalı,bilgi ve amel yönünden sorunsuz kişiler olmalı.Kibrin,gururun olmadığı ,dünyevi ihtiraslara yer verilmediği bir kadronun başarının temel eksenini oluşturacağını bilmemiz gerekir.
Alimlere yada güncel deyişle aydınlara
olan ihtiyaç ise aynı lider kadar önemlidir.Tebliğ içerisinde bulunan,tevhidi bir
toplum oluşturmaya çalışan,hurafelere ve bidatlere karşı olan ,sanat ve edebiyat
gibi kültürel alanlarda toplumunda kalemine ve sözüne değer verilen bir yapının kendi içinden temel kaynaklara
vakıf , geçmişi bilen, güncel hayatın içinde olup sorunlara çözümler üreten ve
geleceğe dönük düşünceleri ve söylenecek sözleri olan bireylere ihtiyacı
vardır.Toplumunda Müslümanların kültürel ve sosyal alanda etkin olmaları
lazımdır.Egemen kültürün hakım kültür olduğunun farkında olmakla beraber muhalif
bir kültürel atmosferin oluşturulmasında ve yönlendirilmesinde Müslümanlara çokça
görev düşmektedir.Konuşulan mevzu İslam iken İslam adına konuşanların Tevhidi,
Devrimci bir söyleme sahip olmamaları ,kendini tarif etmeyenlerin sistem tarafından
belli şablonlarla tarif edilip mahkum edileceğini ve tüm bunların sonucunda söylemin
halka kitlelerin ulaşması dışında yanlış ve eksik bilgilendirme ile İslam dan
soğuyacaklarını söylemek gerekiyor. Değerlendirmeler :
Yukarı belirttiğim lider ve aydın (alim )
olgusundan sonra olması gereken ilkesel bir birlikteliğin sağlam ve sağlıklı
zeminler üzerinde bina edilmesine deyinmek gerekiyor.Her Müslümanın kendine göre bir dünya tasavvuru ve kaynaklara
bakış açısı olabilir.Belki bu farklılıkları yok etmemek lazım.Ama bunun yanında
hareket iddiasındakilerin belli bir düşünce ekseninde birleşmesi
gerekir.Farklılıkların ilkelerde değil tefarruat ta olması sorun teşkil etmez.Ancak
kendilerini farklı siyasi ,itikadi ekollere dayandıran fertlerin önderliğinde yada
maslahat ,ilkeler ve kaynaklara yönelme konusun ortak bir potada erimemiş kişilerin
birlikteliğinden evrensel normlarda bir İslami hareket çıkmaz.Bunun örneklerini
Türkiyeli Müslümanlar yakınen tecrübe etmişlerdir.Kendi bünyesinde hem selefi hem
murtezile ,hem partisel mücadeleyi benimseyen hem de cihadın gerekliliğini
savunanların bulunması güzel bir mozaik
olabilir.Ama topluma yön verme iddiasındaki bir yapının gökkuşağı renklerine
bürünmesi kabul edilebilecek bir şey değildir.
Müslümanların öncelikle şu an gündemde olan yada bir şekilde gündemlerine
almadan benimseyerek yada red ederek geçtikleri mevzuları netleştirmeleri gerekir.
Özellikle bu konular toplumu ilgilendiren yada ümmet bilincini zedeleyen konular
ise.Tabii tartışılmasında bir fayda olmayacak konulardan bahsetmiyoruz.Tabii
konuşulacak ve üzerinde fikirsel bir arbedenin yaşanacağı konular kültürel alanın
elde edilme mücadelesi ile doğru orantılıdır.Yanı zihinsel bir alanın oluşması
uzun seneler alacak zor bir iştir. Rejim karşısında muhalif bir söyleme sahip Müslümanların sistem içi araçları kullanmasındaki ölçü fayda esaslı olmalı.İlkelere temelde tezat teşkil etmeyen sistem içi araçlar belli maslahatların gereği olarak şartlar elverdiği ölçüde belli bir zaman diliminde kullanılabilir.Kurumların cemaat olduğu ,herşeye rağmen vazgeçilmediği ,amacının dışına çıkıldığı andan itibaren hareket sistem içine çekilmiş sayılır.Müslümanlar tebliği götürecekleri kitlenin açlığından , eğitimsizliğinden ,yoksulluğundan dolayı yardım ellerini ulaştırmalı ve öncelikle yoksulu doyurmalı , cahili bilgilendirmelidir.Aç ve cahil insanların tebliğe kapalı olacaklarını unutmamalıdır.Ancak bu araç olan kurumlar amaç haline gelirlerse sorun başlamış demektir.Bu andan itibaren yapılması gereken o kurumun tasviyesidir.Sistem içine ne kadar girilirse İslam ekseninden o kadar uzaklaşılır. Bir gündem oluşturmak yada gündemdeki mevzular hakkında Müslümanların düşünceleri aktarmak adına IHH ,Mazlumder ,Özgürder ,İHD gibi kurumlar kurmak yada içlerinde bulunmak ve aktif olarak kullanmak benimsenmesi gereken bir metod olmalı.Buna benzer diğer kurumlar içerisinde de bulunulabilir.(Sendika ,vakif ,dernek gibi kurumlar ) . Burda dikkat edilmesi gereken konu bu tür kurumların eylemselliğin tek yönü ve kanalı gibi görme yanlışına düşmemektir.Tüm eylemsellikler belli bir kurum adı altında yapılmamalıdır. Kültürel etkinliklerin yetersiz olduğunu düşünerek ve egemen kültüre karşı kendi kültürünü ortaya koymak adına sanat ,edebiyat alanları desteklenmelidir.Bizlerin alimler kadar şairlere , yazarlara ,yönetmenlere ve müzik adamlarına ihtiyacımız vardır. Çünkü bu mücadele topyekün bir savaşım vermekten geçmektedir.Bizler ne kadar iyi bir hatip olup fertleri etkilesek de eğer onların kültürel dünyalarını kuşatmıyor ve o alanları başkalarına bırakıyorsak ektiğimiz hasadı zor toplarız. Sosyal adaletin oluşturulmadı gerektiğini ve cemaat içi hiyararşı ye rağmen tabanın yada haklı olan her düşüncenin kayle alınması gerektiğini düşünmekteyim.Sözü olan herkesin dinlenmesi gerekir.Dinlemek yetmez haklı olan her düşünce cemaatin kararların da ve pratiklerin de önemsenmelidir.M.S 21.12.2002
|